Eğer Buraya Nereden Geldiğini Hatırlamıyorsan Bu Bir….

Nihayet garson bu tarafa baktı. Baş parmağımı avucumun içine kıvırıp dört işareti yaptım. Dört kişiydik çünkü, çay içecek adamlar olduğumuz ise dört yüz metreden aşikardı. Beni yanlış anlamış olacak ki, ”Rabia” diye bağırıp, o da dört işareti yaptı. Ben de dördü ikiye böldüm, iki elimle zafer işareti yaptım. Çarşı karıştı…
Eve zor attım kendimi. Şemsiyem kırılmış. Olsun, ben de onun devasa, dokunmatik ekranlı telefonunu kırdım. Bence adil.
Televizyonu açtım, haberler vardı. Bu kez, evden zor attım kendimi dışarıya. Boğulacak gibi oldum haberleri izlerken. Biraz yürüdüm. İyi gelmedi.
Arka cebimdeki not defterini çıkardım. Bir soru yazdım oraya ; ”Güneşli bir ağustos gününde neden şemsiye taşıyorsun?” Cevabını bulmam gereken onca sorudan önceliği buna vermiştim. Çünkü o soruyu yanıtlayamaz isem bir daha herhangi soruya yanıt bulamayabilir bir hale gelebilirdim.O şemsiyeyi neden ve ne zaman almıştım hatırlamıyorum. Sanırım deliriyordum.
Yanıma bir kedi geldi. Kedileri severim. O yüzden bir tekme atarak kendimden uzaklaştırdım. Uzaklaştırma aracı olarak tekmeyi kullanmamın sebebi de bir daha dönmemesiydi. Kendi iyiliği için.Ayağımdaki kışlık botları da o zaman fark ettim. Bunu da not ettim defterime.
Sahildeki Atilla İlhan heykelinin tam karşısında durdum. Boynumdaki atkıyı, onun boynundaki fuların üzerine bağladım. Rüzgarda atkısı uçuşmalı bu yazarı diye düşündüm. Sonra not defterimi çıkardım. Bir soru daha. ”Bu atkı neden benim boynumdaydı?”
Bir kuş gelip Atilla İlhan’ın kafasına kondu ve üzerine sıçtı. Birazı yeni atkısına bulaştı. Yaşasaydı, yeni hediye aldığı bir atkıya kuş pislemesine üzülürdü herhalde. Gidip piyango bileti alacağını da hiç sanmıyorum. Cebimdeki konyak şişesini çıkartıp biraz ağzıma doldurdum ve kuşa püskürttüm. Biraz da kendim için içtim, bir yudum Atilla İlhan için yere döktüm. Konyağı cebime koyup, not defterimi çıkarttım. ”Bu sıcakta biraz daha hafif şeyler içmelisin. Ve evet, o şişeyi cebime koyduğumu hatırlıyorum”
Başım dönmeye başladı. Ya güneş çarptı ya da yürürken, dayanamayıp üç beş (belki daha çok) fırt çektiğim konyak. Belki de ikisi birden çarpmıştır. Bir puro çıkardım,Küba işi. Çakmağımı bulamadım. Yoldan geçen birinden ateş istedim. Tuhaf tuhaf baktı yüzüme çakmağın sahibi. Bense hiç acele etmeden uzun uzun yaktım puromu. Çakmağı cebime attım, puroyu adama verdim. ”Kısa vadede puro da çakmak yerine geçebilir. Sadece beş dakika da bir nefes çeksen yeter. Neredeyse kırk beş dakika götürür seni” diye de ekledim giderken. Bir şeyler söyleyecek oldu. Ceketimi çıkarıp kavgaya hazırlandığımı görünce vazgeçti. Ben de ceketi çıkarmaktan vazgeçtim. Not defterimi çıkarttım. ”Tek tek sormanın lüzumu yok. Neden kışlık şeyler giyiyor ve taşıyorsun?” Yazmak zor olduğundan eldivenlerimi de çıkarttım. Saçlarım hava alsın diye çıkardığım beremin, içine koyup, ceketin cebine tıkıştırdım. Ve ceketle beraber hepsini kaldırıma koydum. Üzerine biraz konyak döküp yaktım. İyi geldi. Biraz ısındım. Hava kırk iki dereceydi. Not defterimi çıkardım. ”Üşüyorum” yazdım. Bir kaç sayfa geri çevirdim. Bir şiir çıktı karşıma. Çoğu silinmiş, üzerine konyak dökülmüş olmalı. Son iki mısrası okunuyordu.
Yokluğun cehennemin diğer adıdır.
Üşüyorum, kapama gözlerini.
Bu kadar da olamaz dedim kendi kendime. Bir sayfa daha çevirdim. Bir şiir daha.
Buralara yaz günü kar yağıyor canım
Ölene kadar seni bekleyemem.
Ona buna benzemem, oyuna gelmem
Senin için ölmeye söz veremem.
Midem bulandı. Kusmaya başladım. Defterimden son okuduğum şiirin yaprağını koparıp ağzımı sildim. Titriyordum. Biraz daha konyak içtim. İyi gelmedi tabi.  Defteri karıştırmaya başladım.
”Winter is coming” yazısını gördüm. Anlamıştım nihayet. Başımı yukarı kaldırdım. ”Hiç bir zaman iyi bir yazar olamadın” diye bağırdım. ”Ama bir tarzın olduğunu kabul ediyorum” Uğultulu bir kahkaha yükseldi, sokak aralarından.  Ve nihayet beklediğim şey oldu. Düşmeye başladım. Kaldırımdan aşağısı bir sonsuzluk muş meğer. Otuz yedi saniye kadar düştüm. Ve uyandım. Yatak ter içindeydi, güneş iyice yükselmiş ve camdan içeri giren ışınları ile içerisini hamama çevirmişti. Televizyon açık kalmış ve elimdeki şişeden içki üzerime dökülmüştü. Öğlene kadar uyunan bir pazardı ve gün bu kadar güzel başlamıştı.