CUMARTESİ

Hayal kırıklığı dolu ömrümün çatlakları üzerinde yürüyormuş gibi sallanıyordu zemin ayaklarımın altında. Hava yağmurlu. Günlerden cumartesi. Ankara’nın berbat mart iklimi her köşe başını kapatmış. Kaçış yok. Hüzün dört yanı sarmış…

Hayal kırıklığı çatlakları, hazan falan işin hikaye kısmı tabi. Sarhoştum. O yüzden vücut dengem bozuluyordu haliyle. Petshoptan içeri zilzurna sarhoş ve sırılsıklam girdim. Kapıdaki çan benzeri şey berbat bir çınlamayla öttü. Duvardaki saat görebildiğim kadarıyla öğlen biri gösteriyordu. Dilimin döndüğü kadar istediğimi anlattım oranın sahibi olduğunu düşündüğüm orta yaş üstü kadına. Parasını verip dışarı çıktım. Yağmur iyice şiddetlenmişti. Bir elimdeki poşette bir kiloluk kedi maması, diğer elimdekinde, karşıdaki tekelden aldığım iki şişe en ucuzundan kırmızı şarap… Aralarına bir sigara paketi koymama rağmen şişeler birbirine çarpıp şangırdıyor. Gözlerim kıpkırmızı ve hafif hafif sallanıyorum. Yüzümde her an kusacak izlenimi vermekle, dünyadan tiksinmek arası bir ifade ile öyle dükkânın önündeki saçakta yağmurun yavaşlamasını beklerken, kadın ağzına bir sigara yerleştirerek dükkandan çıkıp yanıma geldi. Bu halimle, kaybetmenin, tüm beklentileri, kendiminkiler de dâhil, boşa çıkarmanın, hayal kırıklığının ve yalnızlığın, beceriksiz bir heykeltıraş tarafından tasvir edilmiş haline benziyordum. Bunu biliyorum. Kimsenin söylemesine veya ima etmesine gerek yok.

Kadın sigarasını yaktı. Bana da bir sigara uzatmakla, benim gibi negatif bir tipi hemen hayatından uzaklaştırmak arasında gidip geliyordu. O sürüncemeyi, bakışlarını nereye kaçıracağını bilememesinden anlıyordum. Kadına dönüp, ‘’Teşekkür ederim’’ dedim ve yürümeye başladım. ‘’Ne için, anlamadım’’ diye seslendi arkamdan. ‘’Bilmiyorum’’ dedim.

-Sanırım dünyanın geri kalanı gibi, durduk yere, kendimden daha da fazla nefret etmeme sebep olmadığınız için. Bazen hiçbir şey yapmadan da çok şey yapar insan… Bilmiyorum. İyi günler.

Hafifçe gülümseyerek selamladı beni. Eminim ki arkamı döner dönmez yüzündeki gülümseme bıçakla kesilmiş gibi silinmiştir yüzünden. Dönüp bakmadım. Ama biliyorum işte.

Sonra eve yürüdüm. Torbalar parmaklarımı acıttı. Biraz dinlenmek için durdum. Sonradan fark ettim ki durduğum yer bir taksi durağıymış. Duraktaki şoförler, müşteri olup olmadığımı tartarak baktılar bana bir süre. Daha sonra müşteri değilsen dükkânın önünü kapatma der gibi bakışlarında ısrar ettiler. Israrlara daha fazla dayanamadım. Poşetleri yüklenip yürüdüm. Nedense gözlerim doldu. Bu dünyada istenmiyormuşum gibi hissettim. Fazlalık, bir yük olarak gördüm kendimi dünyaya. Neden bilmiyorum.

Eve vardığımda çok yorgundum. Yaşamak bazen çok zordu. Bazen çok gereksiz ıstıraptı yaşamak. Ben çok sarhoştum ve şarap şişelerinden birini açtım. Tirbuşona bile ihtiyaç duymadan açılabilecek, plastik kapaklı boktan şaraba biraz gazoz ekledim. Daha içilebilir oldu. Banka hesabıma baktım internetten. Ay sonuna daha çok var. Kredi kartı limite yaklaşmış. Neyse dedim. Bir dikişte içtim bardağı. Yenisini doldurdum…

*Fotoğraf: Exiles by Josef Kaudelka

Yorum bırakın